Taştan İnsana: Ruhun Sonsuz Döngüsü
- Fizyonomist

- 21 Ağu
- 5 dakikada okunur

Bu bölümde, varlığın ezelî yolculuğu şiirsel bir dille anlatılır. Ruh, cansız taşlardan başlayarak madenlere, bitkilere, hayvanlara ve en sonunda insana yükselir. İnsan kemâle erdiğinde ise insan-ı kâmil mertebesine ulaşarak aslına, yani Hakk’a döner. Her şeyin başlangıcı ve sonu aynı noktada birleşir; daire tamamlanır. Mesnevî’nin dizeleri, bu devranın hem ilahî bir sır hem de insanın kendi içindeki sonsuz yolculuğu olduğunu gözler önüne serer.
DÖRDÜNCÜ NEVİ
Ruhların mebde’ ve me’adını ve benzerlerin varoluşta geçtikleri devreleri bildirir.
Ey aziz! Ehl-i hikmet demişlerdir ki: Feyz-i âm olan vücud-ı sâri için akl-ı küll’den dokuz akla, onlardan dokuz nefse, onlardan dokuz feleğe, onlardan tabayi-i erba’a’ya (kuru, yaş, sıcak, soğuk), onlardan ateş, hava, su ve toprağa varıncaya kadar hepsi başlangıç yoludur. Topraktan madene, ondan bitkiye, ondan hayvana, ondan insana ve insan-ı kâmile varıncaya kadar da sonuç yoludur. O hâlde nûr-i ilahi ve sonu gelmeyen feyz Ehadiyyet mertebesinden akıllar üzerine, onlardan nefsler üzerine, onlardan göklere, onlardan tabiatlara (kuru, yaş, sıcak, soğuk), onlardan anâsıra ve dolayısıyla toprağa iner ve feyizlendirir, bereketlendirir ki, buna mebde’ ve kavs-i nüzûl (iniş yayı) da derler. Sonra topraktan madene, ondan bitkiye, hayvana, insana ve insan-ı kâmile çıkarak geri dönüp insan-ı kâmilden Hakk Teâlâ’ya ulaşır. Bu, o İlahi nûrdur ki, önce makamdan başlayıp sayılan makamları geçtikten sonra yine kendi makamına dönerek devresini tamamlar. (Her şey aslına rücû eder) düsturunca, o nur aslına gider. Ve O ki: “İş başlangıcı O’ndan, sonu yine O’nadır” buyurmuştur ve bu değişken vücudun devamlı, bir değişim içinde olduğunu duyurmuştur. Bu rücûa, geri dönüşe me’ad ve kavs-i urûc (çıkış yayı) da derler. İşte muhabbet-i asliyye hükmüyle ve hakaik-i kevniyye teveccühleriyle sâri olan vücud-i âm, tavır ve mazharların her birine kavuştukça o tavrın rengine girip, o mazharın özelliğiyle sıfatlanır. Bu geçiş, o umumi vücudun tenezzüllerinden ibarettir.
Dünyada kâmil olan vücudun seyrine gelince, onun seyrinin akıllar, nefisler, gökler ve anâsırdan toprağa inmesi hızlı olup, duraklama olmaz. Topraktan madene, bitki, hayvan, insan ve insan-ı kâmile gelinceye kadar olan çıkışında da süratle çıkıp bir yerde takılıp kalmaz. Kemâle ermeye liyakatli olmayan vücud seyr ederken inişinde veya çıkışında takılıp olgunluğa kavuşamaz. İnişte bazen sûret-i nârda, bazen sûret-i havada, bazen sûret-i mâ veya sûret-i hakkda nice manilerle engellenir. Çıkış mertebelerinde de bazen sûret-i insanda, kemâle erinceye kadar çeşitli alâkalarla hapsolup kalır. Meselâ o vücud-i sâri bitkiler âlemine girerken bazı âfetler ârız olup bitki olamaz. Yahut bitki olur, fakat olgunlaşmadan önce bozulup, bir başka şekilde meydana gelir. Bazen uygun şartlardan uzak kalıp bitkiye dönüşemez ve hayvanın yemesine lâyık olmaz. Bazen hayvanın yiyebileceği durumda olur, fakat hayvan yemeden önce zâil olur ve bu şekilde nice yıllar engellenir. Bazen bir hayvan insanların yiyebileceği durumda iken, insan yemeden önce bozulur, hayvanın insan mertebesine nakledilmesine mani olur. Bazen insan mertebesine kadar çıkar, fakat insan-ı kâmil mertebesine vâsıl olamaz ve akl-ı küll’ü bulamaz, dünyaya hayvan gelir, câhil gider. Bazen çıkış mertebelerini kısa zamanda geçip topraktan ağaçlara gelerek süratle meyva sûretine girer. İnsan gıdası olup nutfe şeklini bulup insan sûretine gelir, akıllı ve ârif olur. Fakat akl-ı evvele ulaşamaz, kemâlini bulamaz. Bazen süratle buğday, arpa, pirinç ve darı şekline girip insan yiyeceği olur. Meni şeklini alıp, ana rahmine dolup, orada kan pıhtısı ve et parçası olup insan şekline girerek akıllı, ârif ve kâmil olur. Akl-ı evvele vâsıl olup, çıkışı tamamlamış olur.
Bu şerefli vücudun urûcunun, yükselişinin başlangıcı madenler olmuştur. En önce kaygan çamurdur, sonra taş mertebelerine yükselmiştir, sonra kıymetli cevherler mertebesine vâsıl olmuştur. Bunlar demir, bakır, kalay, gümüş ve altın gibi madenlerdir. Sonra lâ’l, yakut ve zümrüt gibi cevherlerin mertebesine yükselmiştir. Oradan mercana kadar varıp bitki eserlerinden gelişmeye başlayıp, o mertebeden de yükselerek tohumsuz biten bitkiler mertebesine varmıştır. Sonra tohum ile biten bitkiler mertebesine, oradan ağaç şeklini alıp hurma ağacına kadar varmıştır. Hurma mertebesinden hayvanların mertebelerine yükselip nice seneler o mertebede ömür sürmüştür. Oradan fiil ve şekil bakımından insana benzeyen yarı insan ve maymun mertebesini bulup daha da yükselerek insan şekline gelmiştir. Burada kemâl mertebelerine girip dış yapı ve iç yapı bakımından ilerleyen insan, insan-ı kâmil mertebesine ulaşıp ahlâk-ı İlâhiyye ile dolmuştur. Burada ma’rifetin kemâline ererek akl-ı evvele ulaşmıştır. Bu mertebede varlık dairesi birleşip son bulmuştur. Böylece bütün vücudların devrettiği anlaşılmıştır. Aşağıdaki şekilde vücud-i sâri daire şeklinde gösterilmiştir. Bu dairenin sonu başa gelerek daire tamamlanmıştır.
İlahi feyiz, bütün varlıklara beraber ulaşır. Bütün varlıklar o tarafa yönelmiş bakmaktadırlar. Herkes kabiliyeti kadar feyze kavuşur. Vücud-i sâri olan İlahi feyiz çeşitli görünüşlerde zuhûr edip birçok mertebelere yakın olmuştur. Böylece her şekil ve görünüşün boyasıyla boyanıp, ona uygun parlar hâl almıştır. Aslında tek bir varlık olduğu hâlde çeşitli sûretlerle zuhûra gelmiştir. Her şeyin bir ismi vardır. O isim onu sahiplenmiştir. Kendi Rabb-i mukayyedi (bağlı olduğu sahibi) terbiyesinde kalan kimse Hakk Teâlâ’yı unutup kendine tapmış olur. Bütün zamanlarında âlem halkı ile kavga gürültü koparıp kendini inkâr ve itiraz ateşine salar. İşlerini görürken gam, sıkıntı deryasına dalar. Kendi Rabbinin (sahibinin) terbiyesinden çıkıp Rabler Rabbının dairesine giren kimse tabiatının zindanından rûhunun fezasına çıkmış olur. O kimse nefis putunu kırıp Allahü Teâlâ’ya tapar. Bütün zamanlarında cümle halk ile sulh ve salah içinde olup işlerini Allahü Teâlâ’ya ısmarlayarak bütün gamlardan, üzüntülerden kurtulup sonsuz saadete kavuşur. Çünkü artık insan-ı kâmil olup akl-ı küll’e varmıştır. Devresini tamamlayıp her muradı hâsıl olmuştur.
MESNEVÎ
Ez-cemadi mürdem ü nâmî şodemV’ez nemâ mürdem be-hayvân bi-zerdem
Mürdem ez-hayvânî vü âdem şodemPes çe tersem key zi-merdekem şodem
Hamle-i diger be-mirem ez-beşerTâ ber ârem ez-melâik perr ü ser
V’ez melek hem bâyedem cûsten zi-cevKüllü şey’in hâlikün illâ vecheh
Bâr-ı diger ez-melek kurbân sevemAnçe ender vehm-i nâyed ân şeyem. (1)
Bir insan-ı kâmil kendi hâlini beyan ederek bu mânâyı şöyle bildirir:
Devr edip geldim cihana yine bir devran ola,Ben gidem bu ten sarayı yıkılıp vîrân ola.
Bahr-i can tuğyan edip cismim gemisin dağıta,Yerler altında bu cismim hâk ile yeksân ola.
Dört yanımdan nâr u bâd u âb u hâk edip hücum,Benliğim onlar alıp bu varlığım tâlân ola.
Dağılıp terkîbim otuz iki harf ola tamam,Nokta-i rûhum kamunun gevherine kân ola.
Bu vücûdum dağı kalkıp atıla yünler gibi,Şeş cihâtım açılıp bir haddi yok meydan ola.
Cümle efkâr u havâsım haşr olup ol arsada,Kalkalar hep yeniden sanki bir baharistân ola.
Yevm-i tublâdır o gün her mânâ bir sûret giyip,Hem kimi sebze, kimi hayvan, kimi insan ola.
Kabrime yârân gelip fikredeler ahvâlimi,Her biri bilmekte hâlim vâlih u hayrân ola.
Her kim ister bu Niyâzî derdmendi ol zaman,Sözlerini okusun kim, sûrunâ mihmân ola.
Manzumenin Nesir Açıklaması
(Nice âlemleri) devredip bu cihana geldim. Yine öyle bir zaman gelir ki, ben bu dünyadan giderim ve şu beden sarayım yıkılıp viran olur.
Can denizi coşup da beden denen gemimi paramparça ettiğinde bu cismin yerler altında topraklara karışır.
Ateş, hava, su ve toprak dört bir yandan üzerime yürüyüp (zaten kendilerinden olan) benliğimi aldıklarında bu varlığım talân olur.
(İşte o zaman) bileşimim dağılıp otuz iki harf kendini gösterdiğinde (açıkta kalan) rûh noktam bütün bu harflerin cevherleri için bir maden ocağı olur.
Bu vücut dağım kalkıp yünler gibi atıldığında altı cihetim öylesine bir açılır ki sınırsız bir meydan hâlini alır. (Her bir parçam asıllarına dönünce bütün cihanı kaplar ve mahşer yerini oluşturur).
O meydanda bütün düşünce ve duygularım toplanıp tekrar ayağa kalktıklarında sanki bir bahar kendini gösterir.
O gün bir kargaşa günüdür ki, her mânâ bir sûrete bürünüp kimi bitki, kimi hayvan, kimi de insan şeklinde ortaya çıkar.
Dostlarım kabrime geldiklerinde benim bu hâllerimi düşündüklerinde durumumu bilirler ve kendilerinden geçip hayretten hayrete düşerler.
Her kim bu dertli Niyâzî’yi öğrenmek isterse o zaman bu sözlerini okusun da onun sırlarına konuk olsun.
Aşağıdaki şekilde görüldüğü gibi, vâcibü’l-vücûd ile mümkinü’l-vücûdu bir daire farz etmen mümkündür. Bu daireyi bir düz çizgi ikiye böler. Bu çizgiye hatt-ı mevhûm veya dairenin çapı derler. Bu çizgiden dolayı dairemiz iki yay şeklinde görünür. Bu mevhûm varlıktan ibaret olan mevhûm hat, dönüş vaktinde aslına kavuşarak aradan kalkınca, varlık dairesinin şekli tam bir daire gibi görünür. “Kabe kavseyn ev ednâ” (1) sırrı orada bilinir. Hükemânın yolu üzere varlıkların devranı bu kadar açıklanarak, astronomi ilmine vasıta ve mukaddime olan matematik ve geometriden birer fasıl yazılması uygun görülmüştür.














Yorumlar