top of page

Kıyametin Gölgesinde: Haşir, Hesap ve Sırat

Kıyametin Gölgesinde: Haşir, Hesap ve Sırat
Kıyametin Gölgesinde: Haşir, Hesap ve Sırat

Bu bölüm, Sûr’un üçüncü üfürülüşünden sonra bütün mahlûkatın yeniden dirilişini, mahşerde toplanışını, hesap gününün çetin sahnelerini ve Sırat köprüsünden geçişi anlatır.


Ey aziz! Kıyametin büyük halleri anlatıldığında, insanın hayali göklere, gönlü ise derin korkulara dalar. Yeryüzü dümdüz edilir, yağmurla yeniden canlanan bedenler mahşer yerine toplanır. Amel defterleri açılır, mizanda tartılır, haklar teslim edilir. Sırat köprüsü üzerinden geçen mü’minler Kevser’in huzuruna kavuşur; A‘raf’ta kalanlar ise iki hâl arasında bekler. Bu manzaralar, insanın hem korkusunu hem de ümîdini diriltir.


BEŞİNCİ NEVİ:

Sûr’un üçüncü üfürülüşünü, ölülerin dirilmesini, haşri, amel defterlerini, hesabı, mizanı, Sırat ve A‘rafı kısaca bildirir.


Ey aziz! Ehl-i tefsir ve ehl-i hadis ittifak etmişlerdir ki, Hak Teâlâ yeryüzünü şiddetli bir rüzgâr ile dümdüz edip, Şam sahrası hizasında yüzbin yeryüzü kadar genişliğinde mahşer yerini yapar. Sonra Arş-ı A‘zamın altında bulunan Hayat Denizinden kırk gün hiç durmadan insan menisi gibi bu dünyaya yağmur yağar. Bütün yeryüzü deniz gibi dolduğu zaman çamur tabakasında toprak olan bütün insan ve hayvan cesetleri o yağmuru çekip, bütün organları bir araya gelerek evvelki şeklinde yeryüzünde bakla gibi biterler. Her beden kendi kemâline ulaşır. Sonra Hak Teâlâ sekiz büyük meleği diriltip İsrafil aleyhisselâma yine Sûr’a üfürmesini emr eder. O da Sûr’u öyle yumuşak ve latif üfler ki, Sûr’un içinde sakin olan rûhlar hemen ufuklara yayılarak her can kuşu kendi kafesini bulur. Koyun sürüsü içinde kuzuların kendi anasını bulduğu gibi, her can da kendi bedenini bulacak ve onunla kalacaktır.


Evvel ve âhir olan bütün mahlûklar, melekler, hûriler, insanlar, cinler, şeytanlar, denizde ve karada yaşayan hayvanlar ve bütün haşereler bir anda tamamen canlanıp mahşer yerine her taraftan toplanırlar. Peygamberlere, velilere, âlimlere, sâlihlere Cennetten elbiseler ve buraklar gelir. Elbiseleri giyer, buraklara biner, Arş’ın gölgesine gidip minber kürsiler üzerinde rahat ve selâmetle otururlar. Geri kalan mahlûkatın hepsi aç, susuz, çıplak, baş açık, yalınayak, yaya olarak düşe kalka Arasat meydanına gelip mahşer yerinde toplanırlar. Çok sıkışıp ayakta dururlar. Başlarına güneş bir mil kadar yaklaşıp, sıcaktan çok ter dökerler. Kimi topuğuna, kimi dizine, kimi göğsüne, kimi boğazına kadar ter içinde kalır. Nice kimseler de ter denizine gömülürler.


Bu arada yetmişbin saf zebâniler Cehennemi yer altından mahşer yerinin yakınına getirirler. Mahşer halkını halka gibi sararlar. Ehl-i mahşer ellibin yıl hesabı bekleyerek bu hâlde sıkıntı içinde kalırlar. Kirâmen kâtibîn melekleri dünyada yazdıkları amel defterlerini mahşerde sahiplerine verirler. Mü’minlere ve itaatli olanlara sağ tarafından, kâfirlere ve fâsıklara sol taraflarından verirler. Hak Teâlâ orada bütün mahlûklarına vasıtasız kelâm söyler. Bir anda herkesin hesabını görüp kimine hitâb, kimine itâb eder. Mazlûmun hakkını zâlimden hasenat olarak alır ve mazlûma verir. Eğer zâlimin hasenatı yoksa mazlûmun günahlarını zâlime yükletir. Hesaptan sonra hayvanları toprak eder. Kâfirler hayvanlara gıpta edip: “Keşke biz de toprak olsaydık!” derler.


Mahşer yerinde iki direk üzerine bir büyük terazi kurulur. Her direğin uzunluğu beşyüz yıllık yoldur. Her kefesi yeryüzü kadar geniştir. Bu Mizan (terazi) ile mahşer gününde sevaplar ve günahlar tartılır. Sevabı ağır olanlar Cennete, günahı ağır olanlar Cehenneme giderler. Ancak Hak Teâlâ ikram ederek, günahı çok olan dilediği bir kısım kullarını affeder. Bir kısmı da enbiyâ, evliyâ, ulemâ ve sulehânın şefaatine kavuşurlar. Fakat bunların iman ile vefat etmiş olmaları şarttır. Çünkü dünyadan imansız gidenlere Cennet, af ve şefaat olmaz, asla Cehennemden kurtulamazlar. İmanlı olarak ölüp de günahı sevabından çok olan, af ve şefaate de uğramayan mü’minler günahları kadar Cehennemde yanıp sonra Cennete giderler. Zerre kadar imanla ölen kişi sonunda muhakkak Cehennemden kurtulup rahata erer.


Sırat köprüsü kıldan ince ve kılıçtan keskindir. Uzunluğu üçbin yıllık yoldur. Bin yıl yokuş, bin yıl düz ve bin yıl iniştir. Sırat köprüsü Cehennem üzerine kurulup, mahşer halkının hepsi onun üzerinden geçerler. Kimi şimşek gibi, kimi ok gibi, kimi koşan at gibi geçer. Kimi günahlarını yüklenmiş yürür, kimi Cehenneme düşüp yanar. Cehennem mü’minlere: “Ey mü’min, çabuk geç ki, gerçekten senin nûrun ateşimi söndürüyor!” diye feryad eder. Mü’minler selâmetle Sıratı geçer, Kevser havuzundan içerler. Onda gusledip ayıp ve noksanlardan temizlenirler. Cennete girip mertebelerine göre makamlarını bulup sonsuz olarak zevk ve safâ içinde kalırlar. Çünkü Cennet ehli bazen çeşitli nimetlerden lezzet alırlar, bazen Allah Teâlâ’yı görmekle mest ve hayran olurlar. Gözlerin görmediği, kulakların işitmediği, hatırlara gelmeyen güzelliklere kavuşurlar.

Cennet ile Cehennemin arasında kale duvarı gibi burçları ve yüksek mazgalları olan büyük bir sur vardır. Yüksekliği beşyüz yıllık mesafedir. Uzunluğunun sonu gelmez ve binası renkli cevherlerle süslüdür. Oraya A‘râf ismi verilmiştir. Mecnunlar, dağ başında olup din duymayanlar ve kâfir çocukları A‘râf’ta kalırlar (1). A‘râf’takiler Cennet tarafından bakıp içindekileri nimetler içinde gördüklerinde orada olmayı arzu ederek mahzun olurlar. Cehennem tarafına bakıp içindekileri azapta gördüklerinde, orada olmadıklarına şükredip sevinirler. (A‘râf’ta bulunanlar bir rivayette ebedî olarak orada kalıp, bazen üzülüp bazen sevinirler).


Ey günahları örten Allah’ım! Bizi Cehennemden koru, Cennetinde iyiler ile beraber bulundur. Dâr-ı bekâ ve kararda bize cemâlini görmeyi müyesser eyle. Bi-hürmeti Habîbike’l-muhtâr. Âmin, yâ Gaffâr (affedici) olan Allah’ım!


Tenbih: Unutmamalıdır ki, buraya kadar yazılanların hepsi din işlerinden olduğundan hepsini yakînen tasdik etmemiz ve itimad üzere hepsine inanmamız lâzımdır. Çünkü bunlar din işlerinden, yani usûl bilgilerindendir. Bunların aklî delil ve hüccetlere kıyası câiz değildir. İnsan aklı bunları idrak etmekten âcizdir. Ancak bizim en yüksek matlûbumuz olan Allah Teâlâ’ya kavuşmak için, azamet ve kudretini düşünmemize ve anmamıza vesile olan âyet-i kerîme ve hadis-i şeriflerin gösterdiği yolda âlemin heyetini bu kadar açıklamakla yetinilmiştir.


Fakat derin âlim, büyük velî, araştırmacıların ulusu ve tedkikçilerin senedi olan Seyyid Şerîf (aleyhi rahmetü’l-latîf) hazretleri: “Astronomi ilmi, göklerin ve yerin yaratılmasını düşünenler için Allah Teâlâ’yı tanımakta en güzel yardımcıdır.” buyurduğu için ve bütün ilimleri kendisinde toplayan, feyz kaynağı bir kalbin sahibi İmam Muhammed Gazâlî (aleyhi rahmetü’l-vâlîyi’l-müteâlî) hazretleri: “Hey’et ve teşrih ilimlerini bilmeyen, Allah’ı tanımakta âciz kalır.” buyurarak, anatominin delilleri ile astronominin muhtevasını bize duyurduğu için bir miktar âlemdeki astronomi ilminden ve bir miktar da insan bedenine ait anatomi ilminden yazmak ve açıklamak uygun görülmüştür.


Böylece açıklanan bilgileri okuyarak âciz kalma mahrumluğundan uzaklaşıp, cehalet zindanından çıkasın. İlim ve hikmet mahfiline girip âlimler zümresine dâhil olasın. Hikmet özüne girip, hakikat zirvesine ulaşasın. Eşyanın hakikatlerine vâkıf olup, ma‘nânın inceliklerini bilesin. Cihanın sırlarını anlayıp âlemdeki olayları olduğu gibi müşâhede edesin. Kendi nefsini bilmenin olgunluğuna erişip Allah’ı bilmenin kutluluğuna kavuşasın.


(Ey varlığı zarurî olan, hayır ve iyilikler bağışlayan Allah’ım! Rahmetinin nurlarını üzerimize saç, Seni en iyi şekilde tanımaya kavuşmamızı kolaylaştır. Ey mahlûkların bütün vasıflarından münezzeh olan Allah’ım! Bizim bildirdiğinden başka ilmimiz, anlattığından başka anladığımız, ilham ettiğinden başka ma‘rifetimiz yoktur. Elbette Sen Alîm, Hakîm, Cevâdü’l-Kerîm, Raûf, Rahîmsin. Âmin! Ey acıyıcılığı ile yardımcı, ey rahmetiyle bağışlayanların en bağışlayıcısı!)

Yorumlar

5 üzerinden 0 yıldız
Henüz hiç puanlama yok

Puanlama ekleyin
bottom of page