İlk İnsan, İlk İmtihan: Âdem’in Yaratılışı ve İnsanlığın Başlangıcı
- Fizyonomist

- 8 Ağu
- 5 dakikada okunur

Âdem’in yaratılışından Cennet’teki ilk sınavına, Havvâ ile buluşmasından yeryüzüne inişine kadar uzanan bu kıssa, insanlık tarihinin en derin köklerini anlatır.
Ey aziz! Hiç düşündün mü, insan ruhunun ezelde yaratılmış olmasına rağmen bedenle en son buluşmasındaki hikmeti? Âdem’in Cennet’te bin yıl huzurla yaşadıktan sonra bir buğday tanesi yüzünden dünyaya inişi, aslında bizim yolculuğumuzun da başlangıcı değil midir? Havvâ ile ilk buluşma, Cennet’teki yasak meyve, ayrılığın gözyaşları ve sonunda yeryüzünün imarı… Bu kıssa, sadece geçmişi değil, her birimizin kendi içindeki imtihanları da yansıtır.
ÜÇÜNCÜ NEVİ
Âlem ağacının meyvesi olan Âdem aleyhisselâmın ruhu, cümleden önce iken cümleden sonra zuhûr ettiğini; Cennet’e çıkışını ve oradan inişini; zürriyeti ile yeryüzünün ma‘mûr olduğunu; onun neslinden Habîb-i Ekrem sallallahu aleyhi ve sellemin dünyaya teşrîfini ve şerîatının devamlı ve ulu olduğunu bildirir.
Ey aziz! Ehl-i tefsîr ve ehl-i hadis ittifak ile şöyle bildirmişlerdir: Allahü Teâlâ, ruhlar âlemini yarattıktan iki bin sene sonra cisimler âlemini de icâd ederek altı günde Arş-ı A‘lâ’dan zulmet ve hicâba varıncaya kadar her şeye nizamını vermiştir. Sonra Kerûbiyyûn meleklerini Arş’ın ayağına yerleştirip, melâike-i haffün (korkan) ve saffün (saf olan) için Arş’ın etrafını mekân eylemiştir. Diğer meleklerin mertebelerine göre her zümresine belli bir mekân ihsan edip bir sınıfını Kürsî’de, bir sınıfını Sidre’de, bir sınıfını Livâü’l-hamd altında, birçok sınıflarını da Cennet’te hûrî ve gılman ile yerleştirmiştir. Binlerce sınıf meleklerle gökler, yerler, denizler ve Cehennem dolmuştur. Melekleri yerde ve denizde olan mahlûklarına hizmetçi kılmıştır. Cehennem’e dolan melekler zebânîler olmuştur. Mücerred ruhlar bölük bölük askerler gibi olup, gökleri ve yeri çevreleyen, İsrâfîl aleyhisselâmın sûru içinde her zümre mertebesine göre mekânını bulmuştur.
Cisimler âleminin her bölgesini, Arş-ı A‘lâ’dan en aşağıdaki perdeye kadar melekler, ruhlar, varlıklar ve mahlûklarla doldurmuştur. Yeryüzünü de çeşitli mahlûklarla boş bırakmadığı gibi bütün dağlarda ve vadilerde darı bitirip, bütün yeryüzünü doldurduğunda kudreti ile bir tavus kuşu yaratmıştır. Dünya dolusu darıyı ona ayrılmış rızık olarak vermiştir. Kuş, o kendisine ayrılan darıyı zamanla yiyerek on vadi dolusu darı kalınca korkusundan günde onar adet darı yemeye başlamıştır. Bir zaman sonra bir vadi dolusu darı kalınca günde bir tane yemekle kanaat etmiştir. Daha sonra darıları bitiren tavus kuşunun eceli de gelmiştir.
Düşünmelidir ki, bu köhne dünya ne zamandan beri bu nizâmı bulmuştur ve nelerden artakalmıştır. Aklı olanlara son derece ibret levhası olmuştur. Sonra Hakk Teâlâ yeryüzünde renksiz, dumansız ve ısısız ateşten cinleri yaratıp “Me‘âric” ismini vermiştir. Bu, cinlerin babası olmuştur. Ondan “Me‘ârîce” isminde zevcesini yaratmıştır. Bunların izdivâcından cin tâifesi meydana gelmiş, yüzbinlerce kabîle olmuştur. Lânetlenmiş şeytan da onlardandır.
Cin tâifesi zamanla çoğalarak yeryüzünü doldurmuştur. Onların asıl şekilleri insan şeklindedir. Fakat melekler gibi latîf cisim olduklarından istedikleri şekilleri alabilirler. Zamanla iyiden iyiye çoğalan cin tâifesi yeryüzüne sığmaz olunca, İblîs kendi zürriyetini alarak dünya semâsına çıkıp orada yerleşti. Bütün cinler gece gündüz Allahü Teâlâ’ya ibâdet edip asla isyân etmezlerdi. Yedi bin sene sonra yeryüzünde kalanları çeşitli sapıklıklara ve kan dökmeye başlayarak ibâdeti terk edip günâh işlediler. Sonra Hakk Teâlâ her yüzyılda bir kere kendilerinden bir peygamber gönderdikçe o peygamberi öldürerek on iki bin senede yüz yirmi peygamber katletmişlerdir.
Sonra Hakk Teâlâ hışm ederek dünya semâsında yaşayan İblîs’i evlâdıyla yeryüzüne indirip, cinleri bir yere toplayarak semâdan indirdiği ateşle hepsini yakmıştır. Semâdan gönderdiği İblîs’in zürriyetini bir kısım adalarda yerleştirip, İblîs’i kendisine çok itaatli olduğundan yedinci semâya kaldırmıştır. Oradan İlâhî dergâha alınacak kadar yükselen İblîs’i Cennet’ine kabul etmiştir. Allah, dünyanın boş kalmaması için dünya semâsından yeryüzüne melekler indirmiştir. Melekler yeryüzünde Hakk Teâlâ’ya bin yıl ibâdet etmişlerdir. Böylece cinlerin babası olan Me‘âric’in yaratılmasından yirmi bin yıl geçmiştir.
Bundan sonra Hakk Teâlâ insanların babası olan Hazret-i Âdem aleyhisselâmı yaratmak murâd ettiğinde, Azrâil aleyhisselâmı gönderip yeryüzünde yedi iklime ait yerlerden çeşitli topraklar aldırmıştır. Sonra Cebrâil aleyhisselâmı gönderip o kuru toprağı kırk gün yoğurtmuştur. Hakk Teâlâ o hamura en güzel yaratılış üzere Nu‘mân vadisinin içinde şekil vermiştir. Kendi ruhundan onun başucuna doğru üflemiştir. Böylece onu meleklerin secdegâhı eylemiş ve kendi neslinden gelecekler için bir peygamber kılmıştır.
Bütün melekler ona secde ettiğinde İblîs, “Hayır!” diyerek secde etmediği için lânetlenmiş ve kovulmuştur. Sonra da Allah’tan kıyâmete kadar mühlet almıştır. O zamana kadar sayısız zürriyeti ile insanoğluna saldırmaya fırsat bulmuştur. Bunlar, insanların bedenlerine her yerden girer, damarlardaki kan gibi dolaşıp onları yoldan çıkarmaya çalışırlar. Fakat zorla insanları âsi ve kâfir yapamazlar. Ancak ibadetleri zor ve acı, yasakları kolay ve tatlı göstererek vesvese verirler. Hakk Teâlâ hepimizi onların şerrinden muhafaza buyursun. Âmin.
Hakk Teâlâ Âdem aleyhisselâmı yeryüzünde yarattıktan kırk yıl sonra, göklere kaldırıp Firdevs Cennetine sokmuş ve hulleler (elbiseler) giydirip çok nimetler ihsân etmiştir. Âdem aleyhisselâma her nimeti verdikçe, “Bu nimetlerle yetinir misin?” diye hitap etmiş, o da “Yeterli değildir yâ Rabbi” diye cevap vermiştir. Bu durum bir müddet böyle devam etmiştir. Ne zamanki Hakk Teâlâ Âdem aleyhisselâma bir uyku verip sol kaburga kemiğinden Hazret-i Havvâ Anamızı yaratmıştır; Âdem aleyhisselâm gözünü açtığında yanında kendi gibi bir güzel insan oturuyor görmüştür.
Onunla sohbet edip aralarında vuslat yakınlaşması olduğunda Hakk Teâlâ yine hitap edip, “Yâ Âdem! Bu nimetimle nicesin?” buyurduğunda, “Yâ Rabbî! Hesapsız nimet denizine daldım. Bu nimetini hepsinden büyük buldum. Bununla kanaat ettim. Havvâ ile sükûnet bulup, ülfetiyle ünsiyet kılıp, ondan murad aldım. Başka ikrama hacet kalmayıp, bu ihsanının şükür ve sürûru ile doldum” diye cevap vermiştir.
Sonra Hakk Teâlâ, “Yâ Âdem! Havvâ ile Cennetimde oturun. Her nimetimden lezzet alın. Ancak buğday ağacına yanaşmayın, ondan yiyerek Bana âsi olmayın” buyurmuştur. Bu minvâl üzere Hazret-i Âdem ile Havvâ Anamız bin yıl kadar Cennet’te safâ sürmüşlerdir. Sonra Âdem aleyhisselâm, Havvâ Anamızın sözüne uyarak buğday ağacından alıp ikisi birden yediklerinde Hakk Teâlâ onları (Cennet elbiselerinden) uryân olarak Cennet’ten dünyaya indirmiştir.
Âdem aleyhisselâm Hindistan’da bir yüksek dağ üzerine inmiştir. İki yüz yıl o dağda ağlayıp tevbe ettikten sonra tevbesi kabul olmuştur. Havvâ Anamız da Âdem Atamızı talep edip iki yüz yıllık hasreti ile Arafat dağı üzerinde buluşmaları müyesser olmuştur. Sonra Şam’a gelip orada beş yüz yıl kaldılar. Hâbil ve Kâbil orada dünyaya gelip yine Hindistan’a gitmişlerdir. Ömürlerinin süresi iki bin sene idi. Âdem aleyhisselâm Serendib adasında, ondan kırk sene sonra da Havvâ Anamız Cidde’de vefât etmişlerdir. Sonra zürriyetleri yeryüzünü meskûn ve ma‘mûr etmişlerdir.
Âdem aleyhisselâmın neslinden binlerce kimse nebî olmak şerefine kavuşmuşlardır. Hazret-i Âdem aleyhisselâmdan altı bin sene geçtikten sonra Mekke-i Mükerreme’de, İsmâil aleyhisselâm evlâdından, Kureyş kabîlesinden Hâşimoğullarından Abdullah’ın sulbünden Muhammed Mustafâ sallallahu aleyhi ve sellem hazretleri dünyaya gelmiştir. Kırk sene velâyet zevki ile safâlar sürüp, kırk bir yaşında bütün insanlara ve cinlere peygamber olmuştur. Üç sene Mekke’de kâfirlerden cefâlar görüp mağlûb iken Medine’ye hicret etmiştir. Onuncu sene Mekke’ye gâlip gelerek feth edip yine Medine’ye gitmiştir. O sene Medine’de yaşı altmış üç olup, oradan âhirete irtihâl etmiştir. Bizim peygamberimiz sallallahu aleyhi ve sellem odur. Peygamberlerin sonuncusudur. Ondan sonra peygamber gelmez. Mübarek şerîati kıyâmete kadar bâkîdir. Hükümleri yürürlükten kalkmaz ve değiştirilmez.
Peygamberimizin hicretinden bu zamana kadar kamerî takvim ile bin yüz yetmiş yıl geçmiştir. O hâlde âhir zamân olup, dünyanın ömrü geçip gitmiş ve kıyâmet yaklaşmıştır. Edeb ve hayâ, sevgi ve vefâ, sıdk ve safâ yitmiş ve batmıştır. Çünkü peygamberimizin sallallahu aleyhi ve sellem haber verdiği kıyâmet alâmetlerinin çoğu zuhûr etmiştir.
Yâ Rabbi! Bizi âhir zamân fitnesinden koru, îman ve şehâdet ile dünyadan çıkar. Bi-rahmetike yâ erhamer-râhimîn.













Yorumlar